top of page

Kibar Feyzo'ya Sorun

.

Soru aramak için (CTRL ve F) tuşlarına birlikte basıp sağ üst köşeden arama yapınız. Adınızı ararsanız sorunuzu bulursunuz.  

> Hava Nasıl Oluşur? • (Eren)

Sevgili Eren,
Hava çeşitli gazların karışımıyla oluşur. Dünyanın çevresini saran atmosferi meydana getirir. Hava hayatın en önemli şartlarından biridir. Hava olmasa, hayat olmazdı. Havadaki gazların oranı şöyledir: % 78,1 azot, % 20,9 oksijen, % 093 argon, 0,03 karbon dioksit. Bunlardan başka pek az miktarda neon, helyum, kripton ve ksenon vardır. Bu, kuru bir havadaki gazların oranıdır. Havada ayrıca %3-5 oranında da su buharı bulunur.
Solunumda insanlar, oksijenden faydalanırlar. Oksijen yanıcı bir gazdır. Eğer hava tamamen oksijenden ibaret olsaydı, o zaman bütün dünya yanardı. Oksijenin geniş ölçüde azotla karışık olarak bulunması, oksijenin yanma hızını ayarlar.

> Dünyamız Düz müdür? Yoksa Küre midir? • (Melek GEVKER)


Evet yuvarlak. Kavun gibi karpuz gibi. Top gibi yuvarlak. Mükemmel bir küre değil. Kutuplardan basık. Bu da kendi ekseni etrafında dönüyor olmasının bir sonucu. Eğer şu an bir anda dönmeyi bıraksaydı yavaş yavaş mükemmele yakın bir küre şeklini alırdı. Gerçi böyle bir durumda saatte 1700 km hızla giden bir araç aniden durduğunda şoföre ne olursa başımıza da o gelirdi. İnanılmaz bir hızla savrulurduk. Neyse konuya dönelim. Peki Dünya'nın yuvarlak olduğunu nereden mi biliyoruz? Hiç matematik gerektirmeyen birçok delil var. Dünya düz diyenlere bu örnekleri verebilirsiniz.
-*-Diğer gezegenlere bakıyorsunuz yuvarlak, Güneş yuvarlak. O nedenle ilk fikir olarak düşünebilirsiniz ki Dünya yuvarlak olabilir. Neden diğerleri yuvarlak iken bizim gezegen tepsi gibi olsun ki diyebilirsiniz.
-*-Gece ve gündüz. Dünya'nın belli bir yerinde gündüz yaşanırken başka bir yerinde gece yaşanıyor. Eğer Dünya düz olsaydı tepedeki Güneş Dünya'nın tümünü gündüze çevirirken, battıktan sonra da Dünya'nın tümü bu kez geceyi yaşardı. Durum öyle olmadığı için düşünebilirsiniz ki Dünya'nın şekli yuvarlak olabilir. En basitinden elinize bir top alır karanlık bir ortamda topun bir yüzünü el fereni ile aydınlatırsınız. Diğer yüzü karanlık kalacaktır. Aynı Dünya gibi. Bu teste de inanmayabilirler elbette. Bir şekilde Dünya düz olduğu halde bile Dünya'nın bir yeri aydınlıkken bir yeri hala karanlık olabilir diyebilirler.
-*-Takımyıldızlar. Dünya üzerinde kuzeyden güneye gittikçe gece gökyüzünde daha farklı yıldızlar ve takımyıldızlar görürsünüz. Bazı yakımyıldızları vardır ki kuzey yarıküreye ya da güney yarıküreye özgüdür. Bazıları ise her iki yarıküreden de görülebilir. Örneğin Avcı (Orion) yakımyıldızı gibi. Avcı takımyıldızına İstanbul'dan baktığınızı düşünelim. O an Avustralya'daki arkadaşınız Kanguru Jack'i aradınız. Jack size, sizin gördüğünüzün tam aksine takımyıldızın 180 derece baş aşağı dönmüş gibi göründüğünü söyleyecektir. İşte bu küresel bir yüzeye sahip olan bir gezegen üzerinde yaşadığınızı gösteren bir başka kanıt. Diğer yandan eğer Dünya düz olsaydı Dünya üzerinde herkes gökyüzünde hep aynı yıldızları görürlerdi değilmi. Ama durum öyle değil. Buna da inanmayabilirler elbette. Sene 2003. Yer Ankara Üniversitesi Ahlatlıbel gözlemevi. 50'li yaşlarda bir amca. Dünya'nın düz olduğunu kendince ispatlayan bir kitap yazmış. Şeklini de çizmiş. Bildiğin şu böreği tepsisi. Offf off olsa da yesek :)
-*-Okyanusta ufukta bir gemi gördünüz. Gemi sizden uzaklaşıyor diyelim. Gemi uzaklaştıkça tabanından başlayarak görüntüden kaybolmaya başlayacaktır. Eğer Dünya düz olsaydı gemi gözden kaybolmazdı. Gemi batmadığı sürece onu hep görürdünüz. Bunu da Dünya düz diyenlere örnek olarak verebilirsiniz. Ama bu delili de ciddi bulmayan sivri zekalılar hep olacaktır. Neyse merak etmeyin delil çok.
-*-Ay tutulması. Ay tutulması esnasında yani Güneş-Dünya-Ay aynı hizaya geldiğinde, yani bir başka deyişle Ay Dünya'nın gölgesinin içersinde kaldığında, Ay'a bakın. Dünya'nın Ay üzerindeki gölgesi yuvarlaktır. Düz bir tepsi gibi değil. Eğer Dünya Güneş önünde bir baklava tepsisi gibi olsaydı (baklava olsa da şimdi yesek), Ay üzerinde bir yuvarlak gölge değil tepsinin şekli ne ise kare ya da dikdörtgen bir gölge görürdünüz. Bunu da inandırıcı bulmayanlar olacaktır. Onlara son ve en bomba örneği vermeden önce bir parça armağan edin. Mustafa Sandal - Ay'a Benzer Yüreğim!
-*-Hala Dünya düzdür diye iddia edenler varsa onlara bu son delili gösterin. En güzelini o nedenle en sona sakladım. Çünkü bu delil için kafatası içersinde beyin olmasına gerek yok. Gözler iyi çalışsın yeter. Ama tabii Dünya düz diyen kişi önce küre nedir bilmeli. Yani örneğin en azından top oynamış olmalı ya da misket yuvarlamış olmalı. Yapmanız gereken tek şey şu. Gezegenimizin uzaydan çekilmiş fotosunu alın çerçeveletip ona verin. Hatta Uluslararası Uzay İstasyonu'nun Dünya'yı gösteren canlı yayını izletin.
Hala mı inanmayan var. Boşuna nefesinizi harcamayın. Herkes de tedavisini sizden beklemesin. Kendi hallerine bırakın. Belli olmaz bir gün uzaya İstanbul-Bursa arası dolmuş çalıştırmak gibi dolmuş seferleri düzenleriz. İşte o zaman bu insanlara (ki emin olun o teknolojiye ulaştığımızda bile Dünya düz diyen insanlar olacaktır) o dolmuş seferleri ile Dünya etrafında bir tur attırırsınız.

> Bilim Olmasa Hayat Nasıl Olurdu? • (Sevda)

Değerli Sevda,
Bilimi üreten ve bilimin var olmasını sağlayan bilim insanlarıdır.Öyleyse sorunu şöyle sorarsak daha mantıklı olur:Bilim insanları olmasaydı hayat nasıl olurdu? Bilim adamlarının hayatımıza kattığı en büyük güzellik,evreni,doğayı ve insanın kendisini tanımasına katkıda bulunmalarıdır.Bunu yaparken de kesin kanıtları olan,gözlemlenebilir ve matematiksel olarak doğa yasalarıyla uyumlu olan durumların peşine düşmüşlerdir.İnsanların sözüne ,fikirlerine değil; sadece ve sadece kanıtların peşine düşmüşlerdir.Bilim insanları olmasaydı bugün sahip olduğumuz ve hayatımızı kolaylaştıran bir çok şey olmazdı.Buna bir kaç örnek verebiliriz :Elektrik insanlık için çok büyük bir buluştur. Elektriği bulan bilim adamı olmasaydı şu an birçok şeyi yapamıyor olurduk. İnternet, bilgisayar, televizyon, cep telefonu gibi elektrikli aletler de olmazdı ve en önemlisi karanlıkta hala mum ışığı, gaz lambası gibi araçlarla aydınlanıyor olurduk.Bunun yanında tekerleği bulan insan olmasa ulaşımda çok büyük sıkıntılar ortaya çıkardı. Belki de insanoğlu gelişmezdi ve evlere, okullara, iş yerlerine yaya olarak ulaşım sağlayabilirdik. Büyük eşyaları bir yerden başka yere taşımak için oldukça fazla insan gücü gerekirdi ve bu kat kat binalar, gökdelenler yapılamazdı.Bilim insanları olmasaydı bugün birçok şeye sahip olamazdık ve hayatlarımız çok daha zor olurdu. Önemli buluşlar içinde sayılabilecek bir diğer nokta ise hastalıkların ilaçlarının bulunması ve hastalıkların tedavi edilebilir hale getirilmesidir. Eğer sağlık alanında bu gelişmeler olmasaydı çok basit bir hastalıktan birçok insan hayatını kaybederdi.Bilim adamlarının yaptığı çalışmalar ve buluşları sayesinde insanlar bugün bu seviyeye gelebilmişlerdir ve hayat oldukça kolaylaşmıştır.

> Gelecekte Oyun Oynamaya İhtiyaç Duyacak mıyız? • (Elfida)

Sevgili Elfida,
Oyun oynamak ,insanın var olduğundan beri vardır. İnsanın içgüdülerinden biridir. İnsan var oldukça oyun da olacaktır.Belki şekli değişir,çeşitleri değişir ama hep var olacaktır. Çünkü oyun içgüdüsü insanın doğuşuyla birlikte gelir. Dünyayı tanımak,öğrenmek,zevk duymak,mutlu olmak,acılarını unutmak,korkularını yenmek,rakiplerini yenmek ve dünyada yaşamaya devam etmek için oyun oynarız. Bu ihtiyaçlarımızı gideren başka bir şey yoktur.

> Evren Nasıl Oluştu? • (Sude)

Muhteşem bir soru Sudeciğim...Ama yanıtı da bir o kadar zor...Bilimde yanıtını bilmediğimiz konular hakkında güvenilir gözlem ve araştırmalar yaparız.Eğer gözlemler ve araştırmalar yanıtsız kalırsa,mantıksal fikirler ortaya atarız.Buna teori denir.Tabi sadece mantığımıza uyması yetmez; evrenin başka yasalarıyla uyumlu olmasına da bakarız.Sorduğun sorunun cevabını bulmak için gözlem yapamıyoruz.Çünkü evrenin nasıl oluştuğunu milyarlarca yıl önceden görmedik , göremiyoruz. O zaman mantıksal teoriler ortaya atıyoruz.Bilim insanları, evrenin oluşumu hakkında tarih boyunca değişik görüşler ortaya atmıştır. Fakat bu görüşler incelendiği zaman hepsinin temelde iki farklı modelden birini savunduğu görülür. Bunlardan birincisi 1600`Iü yıllarda Newton (Nivtın)‘ın ortaya attığı, hareketsiz ve başlangıcı olmayan evren görüşüdür. Bu görüşe göre evren, sonsuzdan beri var olmuştur ve sonsuza kadar da varlığını ve şu anki halini koruyacaktır(Ünlü filozof olan Aristo da evrenin ezelden beri var olduğunu ve sonsuza kadar var olacağını düşünüyordu). İkincisi ise günümüzde; çoğu bilim insanı tarafından kabul gören, evrenin bir başlangıcının olduğu görüşüdür. Çünkü astronomideki son buluşlar evrenin sürekli bir genişleme içinde olduğunu göstermiştir."Eğer evren sürekli genişliyorsa, evrendeki gök cisimlerinin geçmişte birbirlerine daha yakın olmaları yani evrenin daha sıkışık olması gerekir." Hipotezinden yola çıkan Belçikalı bilim insanı Georges Lemaitre (Jorj Lometr) 1927 yılında "Büyük Patlama Teorisi"ni ortaya koymuştur. Bu teoriye göre evrenin bir başlangıcı vardır ve evren sürekli genişlemektedir. Ünlü astronom Edwin Hubble (Edvm Habll) da 1929 Yılında gök adalarının birbirinden uzaklaştığını gözlemleyerek evrenin devamlı genişlemekte olduğu hipotezini desteklemiştir.Big Bang: Büyük Patlama Teorisi`ne göre evren bundan yaklaşık 15 milyar yıl önce büyük bir patlamayla oluşmaya başladı. Büyük Patlama (Big Bang) adı verilen bu patlama sonrasındaki süreçte gök adalar, yıldızlar, gezegenler ve diğer gök cisimleri meydana geldi. Büyük Patlama Teorisi bazı soruları hala cevaplayamamaktadır. Örneğin patlayan şeyin ne olduğu ya da bu patlamaya neyin sebep olduğu henüz tam olarak açıklanamamaktadır. Bilim insanları günümüzde bu konuyla ilgili yeterli bilgiye hala ulaşamamış olsalar da çalışmalarına devam etmektedirler. Böylece gelecekte evrenin nasıl oluştuğu ve nasıl yok olacağı ile ilgili bilgilere ulaşılabileceği düşünülmektedir.Big Bang Teorisinin Tarihsel Seyrindeki En Önemli Aşamaları* 1920`de Belçikalı astronom Georges Lemaitre, Einstein`ın genel görecelilik kuramına dayanarak evrenin bir başlangıcı olduğunu ve bu başlangıçtan itibaren sürekli genişlediğini ileri sürdü. Ayrıca, bu başlangıç anından arta kalan radyasyon üzerinde çalışma yapılırsa önemli verilere ulaşılacağını belirtti.* Amerikalı astronom Edwın Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların uzaklıklarına bağlı olarak renklerinin de değiştiğini ifade etti. Ona göre yıldızlar hem dünyadan hem de birbirinden uzaklaşıyordu. (yani evren genişliyordu)* Hubble`ın ortaya koyduğu bu gözleme göre evren genişliyorsa başladığı bir nokta da olmalıydı. İşte bu nokta çok büyük çekim gücü nedeniyle sıfır hacme sonsuz yoğunluğa sahip bir noktaydı. Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Bu patlamaya “Bing Bang” dendi.* 1948 yılında George Gamov`da evrenin büyük patlamayla oluştuğunu ve bu patlamadan arta kalan radyasyonun olacağını belirtti. Üstelik bu radyasyon evrenin her yanında eşit olmalıydı.* Bu durumun açıklanması çok uzun sürmedi. 1965 yılında, Arno A. Penzias ve Robert W. Wilson adlı iki araştırmacı radyo teleskoplarındaki kaynağı belli olmayan bir gürültüyü gidermeye çalışırlarken sonradan “kozmik fon radyasyonu” adını verdikleri radyasyonu keşfettiler. Bu, evrenin tümüne dağılmış bir radyasyondu. Böylece uzun süredir evrenin her yerinden eşit ölçüde alınan ısı dalgasının Big Bang`ten günümüze gelmiş olduğu ortaya çıktı.* Kozmik fon radyasyonu=fon ışıması: uzayın her yanından gelen bu ışıma Evren`in başlangıcını oluşturan büyük patlamadan arta kalan enerjinin göstergesidir.* Bir diğer önemli aşama ise, uzaydaki hidrojen ve helyum gazlarının oranının bulunması oldu. Ölçümlerde anlaşıldı ki, evrendeki Hidrojen-helyum gazlarının oranı, Big Bang ‘den arta kalan hidrojen-helyum oranının teorik hesaplanmasıyla denkleşiyordu. Eğer evren sonsuz olmuş olsaydı hidrojenin tamamen yanıp helyuma dönüşeceği konusunda bilim adamları aynı fikirdedir.

> Yıldızlar Neden Patlar? • (Ali Duman , Melek Topçu)

Yıldızlar , aynı biz insanlar gibi bir toz bulutundan doğar büyür ve ölür. . Yıldızlar her geçen gün biraz daha genişler hacmi(boyutu) artar, aynı zamanda sıcaklığı da artar. Hacmi artan yıldızın çekim kuvveti çok büyük oranlarda artar. Çekirdek yoğunluğu da artar. Çekirdek ısısı 18 milyon dereceye ulaştığı zaman yoğunluk ve ısıya dayanamayan yıldız patlar. Bu patlamalara Süpernova denir. Süpernovalar arkasında muazzam bir görüntü bırakır. Bunlar Nebulalar, sanki uzayda açmış bir çiçek gibi rengarenk bir gaz ve toz bulutu o kadar güzel olmasına karşın bir o kadar da hüzünlü bir durumdur. Aslında bunun bir başlangıç olduğunu söyleyebiliriz. Süpernovanın geride bıraktığı gaz ve toz bulutlarından yeniden yıldız doğar ancak bunun oluşması milyonlarca yıl sürer.

> Su Olmasaydı Ne Olurdu ? • (Ömer Faruk)

Su, yeryüzünde en bol bulunan maddelerden biridir ve yaşamın temelidir. Eğer su olmasaydı yaşam da olmazdı. Denizler ve Okyanuslar yeryüzünün yaklaşık onda yedisini kapla; toprakta atmosferde ve bütün canlı varlıklarda su vardır. İnsan vücudunun yaklaşık üçte ikisi Sudan Oluşu; ayrıca yiyeceklerin özelliklede sebze ve meyvelerin büyük bir bölümü de sudur.


Güneşin ısısı deniz suyunun yüzeyinde buharlaşmaya neden olur ve su buharlaşıp öbür mineraller kalır ve bu mineraller alttaki suya karışır. Denizlerin buralara dökülen ırmaklardan çok daha tuzlu olmasının sebebi budur.


içme sularının kolayca içilebilmesi için de suyun belirli ölçülerde çözünmüş gaz ve mineralleri içeriyor olması gerekir.


Dünyadaki yaşamın varlığı suya bağlıdır. Güneş ısısı suyu buharlaştırır; buharlaşan su damlacıklardan oluşan bulutlar halinde atmosferde kümelenir. Bu kütleler yeterli bir büyüklüğe ulaşınca yağmur dolu ya da kar halinde yeryüzüne iner ve yaşamın sürmesini sağlar. Buna yağış denir; suyun toprağa işlemesi de bu süreçte olur. Bitkiler suyu topraktan soğurur ve bunun belirli bir bölümünü terleme denen bir süreç sonucunda tekrar atmosferde bırakır. Buharlaşma yağış ve terleme su çevrimini oluşturur.


Yağan yağmur ve akan sular yeryüzünü zaman içinde değişikliğe uğratır. Dev barajların yardımıyla suyun bir bölümü denize dökülmeden önce tutulabilir. Bu yapay depolarda toplanan sudan yararlanılarak elektrik üretimi için kullanılan su Türibinleri Çalıştırılabilir kasaba ve kentlerin su gereksinimi karşılanabilir.

İNSAN suyun varlığına o kadar alışmıştır ki su olmasaydı ne olurdu pek düşünmez. Oysa su Dünya’nın yaşam sürülebilen bir yer olmasının temel şartıdır. Yaşam için gerekli olan dengeler su sayesinde devamlılığını korur.


Yeryüzünün dörtte üçü suyla kaplıdır. Suyun önemli bir bölümü de gökyüzündedir; bulutların her birinde milyonlarca ton su bulunabilmektedir. Bunların bir kısmı zaman zaman yağış halinde yere iner. Şu an solumakta olduğunuz havanın içinde de belirli miktarda su buharı vardır.


Tüm bunların yanı sıra insan vücudunun yaklaşık %75'i sudur. (Bu oran kişiye, vücut bileşimine, yaşa ,cinsiyete ve diğer bazı faktörlere göre değişebilmektedir.) Bütün vücut dokuları su içerir. Örneğin kanın %83'ü ve çok sert görünmelerine rağmen kemiklerin %22'si sudur. Hayvan ve bitkilerde ise su %90 gibi yüksek bir oranda bulunabilmektedir. Kısacası susuz bir hayatın var olabilmesi mümkün değildir.

> Bilim Adamları Olmasaydı İnsanların Hayatı Zorlaşır Mıydı? • (Ali DUMAN)

Ne kadar güzel ve akıllıca bir soru...Tebrik ederim seni Aliciğim.
Bilim adamlarının hayatımıza kattığı en büyük güzellik,evreni,doğayı ve insanın kendisini tanımasına katkıda bulunmalarıdır.Bunu yaparken de kesin kanıtları olan,gözlemlenebilir ve matematiksel olarak doğa yasalarıyla uyumlu olan durumların peşine düşmüşlerdir.İnsanların sözüne ,fikirlerine değil; sadece ve sadece kanıtların peşine düşmüşlerdir.

Bilim insanları olmasaydı bugün sahip olduğumuz ve hayatımızı kolaylaştıran bir çok şey olmazdı.Buna bir kaç örnek verebiliriz :

Elektrik insanlık için çok büyük bir buluştur. Elektriği bulan bilim adamı olmasaydı şu an birçok şeyi yapamıyor olurduk. İnternet, bilgisayar, televizyon, cep telefonu gibi elektrikli aletler de olmazdı ve en önemlisi karanlıkta hala mum ışığı, gaz lambası gibi araçlarla aydınlanıyor olurduk.
Bunun yanında tekerleği bulan insan olmasa ulaşımda çok büyük sıkıntılar ortaya çıkardı. Belki de insanoğlu gelişmezdi ve evlere, okullara, iş yerlerine yaya olarak ulaşım sağlayabilirdik. Büyük eşyaları bir yerden başka yere taşımak için oldukça fazla insan gücü gerekirdi ve bu kat kat binalar, gökdelenler yapılamazdı.
Bilim insanları olmasaydı bugün birçok şeye sahip olamazdık ve hayatlarımız çok daha zor olurdu. Önemli buluşlar içinde sayılabilecek bir diğer nokta ise hastalıkların ilaçlarının bulunması ve hastalıkların tedavi edilebilir hale getirilmesidir. Eğer sağlık alanında bu gelişmeler olmasaydı çok basit bir hastalıktan birçok insan hayatını kaybederdi.
Bilim adamlarının yaptığı çalışmalar ve buluşları sayesinde insanlar bugün bu seviyeye gelebilmişlerdir ve hayat oldukça kolaylaşmıştır.

> Neden Anne ve Babamıza İsmiyle Değil De "Anne Baba" Diye Hitap Ederiz? • (Elfida)

       Anne ve baba kelimeleri,bebeklerin ilk konuşmaya başladığında ağızlarını oynatmaları sonucu dilimize girmiştir. Dede kelimesi de öyle...Yani bebekler "bababababababa" veya "annannananane" diye ağızlarında oyun yaparlar. Konuşmaya böyle başlarlar... Anne ve baba kelimelerinin bir anlamı yoktur. Biz niye anne veya baba deriz?  Çünkü bu, toplumumuzda anne ve babamıza saygımızı gösterdiğimiz,aramızdaki büyüklüğü gösteren ifadelerdir. Kültürden kültüre,ülkeden ülkeye bu değişir. Mesela yabancı ülkelerin çoğunda çocuklar,büyüklerine isimleriyle hitap ederler. Garip bir durum değildir. Saygısızlık da değildir. Tabi bunu saygısızlık olarak görebilecek büyüklerimiz bizim ülkemizde oldukça fazladır.

> Paranın Değeri Olmasaydı İnsanlar Meslek Sahibi Olur muydu? • (Tuana)

Sevgili Tuana,
Paranın değeri olmasaydı insanlar meslek sahibi olurdu.Çünkü eski zamanlarda para yoktu ve insanlar değiş tokuş yoluyla birbirleriyle ticaret yaparlardı.Üstelik insanların bir meslekle uğraşmasının sebebi, karnını doyurmaktır.Eski zamanlarda insanların karnı yeterince doyuyorsa para olmuş veya olmamış önemli değildi.Bugün ise insanların ihtiyaçları kendiliğinden arttı ve bu ihtiyaçların fazla olması tabi ki para ihtiyacını da arttırmıştır.
Örneğin; bugün bazı kabilelerde veya orman topluluklarında önemli olan avcılıktır. Para geçmez ve paranın bir önemi yoktur.

> Gelecekte Yine Böyle Meyve Sebze mi Yiyeceğiz? Yoksa Hap Falan İçerek mi Yaşayacağız? • (Tuana)

 Kaliteli sorun için tebrikler sevgili Tuana. Gelecek hakkında konuşurken hayal gücümüzü çalıştırmalıyız.Böyle bir sorunun kesin bir cevabı olamaz.Sadece tahminlerimiz,hayal gücümüzle ve zekamızla cevap bulabiliriz.

→ Senin söylediğin hap çözümü seçeneklerden biri...Olabilir.Gelecekte yemek bulamayanlara haplar verilebilir.

→ İnsanın doğasında yemek yemek bir içgüdüdür.Sadece doymak için değil,lezzetine varmak için de yemek yeriz.Hatta yemek seçeriz.Böyle olunca gelecekte daha fazla yemek çeşidi çıkacaktır ve çeşitler artacaktır.Dünyada kuraklıklar artarsa ve yemek üretilemezse hap bile çözüm olmayacaktır.İnsanlar toplu bir şekilde zarar görecektir.

→ Bir de şu var : İnsanoğlu uzaya uzun yolculuklar yapmaya başlarsa yemek bulamayacağı veya yetmeyeceği için dediğin gibi bütün vitamin ve minarelleri yani vücudumuzun bütün ihtiyaçlarını karşılayan haplar üretip kullanabiliriz. Ama vücudumuzun bir de kaloriye ihtiyacı vardır. Bu da haplara sığdırılamaz.

SONUÇ OLARAK PEK MÜMKÜN GÖRÜNMESE DE YEMEK YEMEĞE DESTEK VERME AÇISINDAN HAPLAR GELECEĞİMİZDE ÖNEMLİ OLABİLİR.

> Aşk Diye Bir Şey Var mı? Varsa Neden Var ? • (6/J Sınıfı)

Değerli Çocuklar,
Pek çok arkadaşımız bu ve bunun benzeri sorular sorarak aşk hakkında merak ettiklerini belirtmişler.Bu güzel sorular için teşekkür ederim.

 

Öncelikle aşk var mıdır? Nedir? Bunları belirtelim 

Aşk vardır tabi ki. En basit şekilde söylersek ,iki insanın birbirinden hoşlanmasıdır diyebiliriz. İçimizdeki binlerce duygumuzdan sadece bir tanesidir ve oldukça doğal bir durumdur. Ayıp değildir. İnsanın yaratılışında başka insanları sevme içgüdüsü vardır. Böylece başkasını severek,yalnız kalmayacak,üreyecek ve neslini devam ettirecektir. Aşk olmasaydı,insanlar üremez ve soyları sona ererdi.

Aşk bilimsel olarak, beynimizin ve vücudumuzun bize bir oyunudur. Vücudumuz hoşlandığımız birini gördüğünde "oksitosin" denilen bir hormon salgılar. Bu hormon beynimize mesajlar iletir ve bizi hoş bir duruma getiren hislere sahip oluruz. 
Aşk,insanın eşini seçmesi için eleme yöntemidir. Hoşlandığımız, aşık olduğumuz kişiyle yaşama içgüdüsüdür. 


PEKİ, ZARARLARI VAR MIDIR?


Derslerinize engel olmaktan ve karşı cinsinize  yanlış davranışlar geliştirmekten başka zararı yoktur.Çünkü evlenmenin ilk yoludur. Bugünkü toplumumuzda sizin gibi genç yaştaki insanların evlenmesi doğru ve yasal değildir. Bir arada yanlış davranışlara aşk bahanesiyle düşen gençlerimiz vardır.Bu da sizin gibi genç insanların ruhlarını bozmakta; huzursuzluk,korku ve bir sürü saçma duygular yaşamanıza sebep olmaktadır.Aşık olmak doğaldır fakat aşık olduğunuz kişiyle bilmediğiniz davranışlar yaşamanız doğru ve doğal değildir.

Bu konudaki fikirlerinizi ve duygularınızı,öncelikle ailenizle,öğretmenlerinizle ve büyüklerinizle konuşmanızda çok büyük bir fayda vardır.Onlar sizi doğru yolu göstereceklerdir. 

 

> Dünyamız Nasıl Oluşmuştur? • (Gamze)

Dünya ilk oluştuğunda yoğun ve sıcak bir gaz ve toz bulutuydu. Bu gaz ve toz bulutu zamanla hızlı bir şekilde dönerek soğumaya başladı. Soğuyan ve sürekli dönen gaz ve toz bulutu zamanla taşlara dönüştüler.Güneşin çevresinde bulunan taş parçaları birleşerek küçük taş kayaları halini aldı. Takip eden birkaç milyon içinde büyük kayalar çarpışarak daha çok büyüdüler. Zaman içinde Güneş yörüngesinde dolaşan milyarlarca taş gittikçe büyüdüler önce kaya boyutuna ulaştılar, ardından bir ev büyüklüğüne... Boyutu arttıkça daha çok nesne çekti ve her çarpışmada boyu daha da büyüdü. Genç Dünya gelişi güzel milyarlarca taş parçasının bir birine yapışmasından oluşuyordu.Daha sonra yaşamın oluşması için milyonlarca yıl geçmesi gerekecekti...

 

Dünya’nın oluşum süreçleri farklı jeolojik zamanlarda gerçekleşmiştir.

Dünyamız ortalama 4 buçuk milyar yaşındadır. Oluşum süreci içerisinde farklı birçok evreyi yaşamıştır. her dönemde farklı canlılar ve farklı iklim tipleri görülmüştür. Dünya’nın oluşumunu ve kayaç yapılarını inceleyin jeoloji uzmanları Dünya’nın geçirdiği evreleri ve ortalama yaşını hesaplarken kayaçlardan ve tortul tabakalardan faydalanır. Jeolojik zamanlar ilkel zaman, birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü zaman olarak sınıflandırılabilir.

İlkel zaman 4 milyar yıl sürmüştür ve günümüzden altı yüz milyon yıl önce sona ermiştir. Bu dönemde tek hücreli canlılar oluşmuş, kıta çekirdekleri meydana gelmiştir.

Birinci zaman günümüzden 225 milyon yıl önce sona ermiştir. 370 milyon yıl sürdüğü varsayılır. Kaledonya ve Hersinya kıvrımlarının bu dönemde oluştuğu tahmin edilir. Karbon ve kömür yatakları da bu dönemde meydana gelmiştir. Sularda balıklara benzer ilk canlılar oluşmuştur.

İkinci zamanda iklimler oluşmuştur. Kimmeridge ve Avustrien kıvrımları oluşmuştur. 160 milyon yıl sürmüştür.

Üçüncü zaman günümüzden 2 milyon yıl önce bitmiş ve 60 milyon yıl sürmüştür. Kıtalar birbirinden ayrılarak günümüzdeki şeklini almıştır. Linyit kömürünün havzası bu dönemde oluşmuştur. Memeli canlılar bu dönemde ortaya çıkmıştır. İklimler ve bitki örtüleri bu dönemde şekillenmiştir.

Dördüncü zaman bizim için en önemli zaman dilimidir. Çünkü bu dönemde insan ırkı ortaya çıkmıştır. Günümüzden iki milyon yıl önce başlamıştır ve günümüzde de devam etmektedir. Büyük iklim değişiklikleri bu dönemde yaşanmıştır. Buzul çağının sonuyla dünya iklim dengesi yeniden şekillenmiş ve bugünkü halini almıştır.

> Neden Korkarız? Korku Olmasa Ne Olur? • (Kaan)

Değerli Kaan,

Korku; sevinç, öfke, üzüntü gibi en temel duygularımızdan biridir.

 

Tehlikeli bir durumla karşı karşıya kaldığımızda beynimiz harekete geçer ve birtakım kimyasal maddeler salgılar. Bu kimyasal maddeler,bedenimizde birtakım değişikliklerin ortaya çıkmasına yol açar.

 

Kaslarımız kasılır, terleriz, ağzımız kurur, soluk alışverişimiz ve kalp atışlarımız hızlanır. İsteğimiz dışında gerçekleşen tüm bu olaylar bedenimizin harekete geçmesini kolaylaştırır. Böylece tehlikelerden kaçabiliriz ya da tehlikelerle savaşabiliriz.

 

Bu da yaşamımızı sürdürebilmemiz açısından bize büyük yarar sağlar.Korku olmasa çok fazla tehlikeye kendimizi atarız ve bir gün zarar görürüz.Korku bizi tehlikelerden korur.

> Neden Sadece Dünya Yaşanılabilir Bir Gezegendir? • (Ümmügülsüm)

              Değerli Ümmügülsüm,

             Evrende milyarlarca güneş vardır. Bu güneşlere yıldız deriz. Her bir yıldızın etrafında "yaşama elverişli bölge" dediğimiz bir alan vardır. Bu alan yukarıdaki resimde yeşil renkte gösterilmiş alandır. Yaşama elverişli gezegenler, genel olarak yüzeyinde sıvı suyun bulunabileceği gezegenler olarak tanımlanır. Bilinen tüm yaşam biçimleri suya bağımlıdır. Bu alanın alanın özelliği şudur : Bu alandaki ısı, suyun sıvı halde olabileceği kadardır. Yani,Dünya'daki tüm yaşam sıvı suyun varlığına bağlı olduğu için yaşama elverişli bölge, genel olarak o bölgede bulunan bir gezegenin yüzeyinde sıvı suyun bulunabileceği bölge olarak tanımlanır. Bu bölgenin dışındaki gezegenler ya yıldızına uzak olduğu için çok soğuktur ya da yıldızına yakın olduğu için çok sıcaktır. Bu gezegenlerde su varsa bile ancak katı ya da gaz halinde olabilir ve bu yüzden Dünya'dakilere benzeyen yaşam biçimlerinin oluşmasına elverişli değillerdir. Yaşamın oluşması için uygun koşullara sahip değillerdir.

> Konuştuğumuz Kelimeler Nasıl Bulunmuş? Kim Bulmuş? • (Tuana)

       İnsanlar neden farklı dillere sahiptir? Bugün dünyada konuşulan 8000'e yakın dil olduğu düşünülmektedir? Belki de ölen dillerle birlikte daha da fazladır? Bu sorunun cevabını tam olarak bilemeyiz ama fikir yürütebiliriz...En mantıklı düşünce şudur: İlk insan topluluklarının nüfusları azdır ve bu topluluklar farklı gruplara ayrılıp üreyerek farklı çevrelerde yaşamışlardır. Yaşadıkları çevrelere göre,bu çevrelerdeki araçlarına göre,kendi ürettikleri nesnelere göre,ihtiyaçlarına göre,yedikleri içtiklerine göre sesler geliştirmiş ve bu sesleri birleştirerek kelimeler üreterek diller oluşturmuşlardır.Her topluluk bunu farklı biçimde yapınca farklı diller ortaya çıkmıştır.Örnek verelim istersen : Ormanda yaşayan bir topluluk bir meyve keşfedince ona bir isim verecektir.Bu ismi bazı sesleri birleştirerek yapacaktır.Çölde yaşayan bir topluluk da keşfettikleri bitkilere farklı seslerle karşılık bulup kelime üretecektir.İşte böyle böyle her yaşadığına,keşfettiğine ,düşündüğüne insan toplulukları ayrı tanımlamalar ve sesler ve kelimeler geliştirince farklı diller ortaya çıkacaktır...Farklı diller,farklı kelimelerden oluşmuş olacaktır.

> Neden Dünyadaki Bütün Ülkelerin Bayrakları Farklıdır? • (Tuana)

Dünyada bütün ülkelerin bayrağı vardır.Bayraksız ülke olmaz.Çünkü bayrak özgürlüğün sembolüdür.Ülkenin bayrağı varsa o ülke başka bir ülkeye bağlı değil,özgür demektir.Neden her biri birbirinden farklıdır? Çünkü her biri ayrı kültürü,ayrı kaderi yaşamaktadır.Ülkesinin özelliklerine göre önemli olan simgeler vardır.Kutsal olan değerler vardır.Bayraklarına o değerleri koymayı isterler.Böylece bayraklar,ülkeler için farklı farklı değerleri simgeler.
Mesela,Türk Bayrağının rengini şehitlerin kanından ilhamını da kan gölüne yansıyan Ay ve yıldızdan aldığını biliyoruz.

> Plüton neden 2006 yılına kadar gezegen sayılıp 2006 yılından sonra gezegen sayılmıyor? • (Sefa Mert)

Plüton, 2006 yılının Ağustos ayına kadar gezegen olarak kabul edilen, fakat 2006’da Uluslararası Astronomi birliğinin belirlediği bazı kriterlere göre gezegen sınıfından çıkartılmış, Güneş sistemindeki cisimlerden biridir. Peki bu kriterler neler? Plüton gerçekten gezegen mi değil mi? Tüm bunların cevabını vermeden önce biraz Plüton’u tanıyalım.

1800'lü yıllarda Neptün, Uranüs’ün yörüngesindeki hareketlerin düzensizliği sayesinde bulunmuştur. Fakat daha sonraki yıllarda, Neptün’ün varlığının Uranüs’ün hareketlerindeki düzensizliği açıklamadığı ve Neptün’ün de kendi hareketlerinin düzensizlikler gösterdiği anlaşılınca Neptün’ün ötesinde de bir gezegen olduğu tahmin edildi. Bu tahminden sonra araştırmalara girişildi. Sonuçta 15 yıllık bir çalışmayla, Clyde Tombaugh 1930 yılında Plüton’u keşfetti.

Plüton Neptün’den daha sönük, Ay’dan bile daha küçük bir gök cismidir, parlaklığı 14.5 kadirdir ve ancak en büyük teleskoplarla gözlenebilir. Gelişmiş teleskoplar bile Plüton’u ayrıntılarıyla gözleyemezler. Plüton yapısal olarak kaya ve buzdan oluşur. Plüton’un Charon, Niks ve Hidra adlı 3 uydusu vardır. Garip olan, Plüton’un uydusu Charon, Plüton’dan daha büyüktür. Bu durum Plüton ve Charon’un bir “ikili sistem” olarak kabul edilmelerine yol açmıştır.

Plüton’un yörüngesi 17 derecelik bir eğime sahiptir. Ayrıca bu yörünge dış merkezliği büyük bir yörüngedir. Bu durum, Plüton’un Güneş’e uzaklığının 4 milyon km ile 7 milyon km arasında değişiklik göstermesine neden olur. Plüton Güneş etrafındaki dönüşünü 248 Dünya yılında tamamlar. Plüton çok ince bir atmosfere sahip olup, yüzey sıcaklığı -200 santigrat derece civarındadır.

Peki, atmosferi var, Güneş etrafında dönüyor, üzerinde mevsimsel hareketler var, kendi ekseni etrafında dönüyor, uydulara sahip, yuvarlak bir yapıda… Tüm bu özelliklerine rağmen Plüton neden gezegenlik sınıfında dışlandı?

 

Şimdiye kadar Plüton’un özelliklerini anlattık, şimdi bir de Uluslararası Astronomi Birliğinin 2006 yılında yeniden düzenleyip açıkladığı “gezegen olma koşulları”na bir bakalım;

1) Güneş (ya da her hangi bir yıldız) etrafında dönme.
2) Kendi kütlesinden dolayı küresel bir yapıya sahip olma.
3) Yörüngesindeki “enkazı” (yani her türlü başka küçük gök cismini) temizlemiş olma.

Bu özelliklere baktığımızda; Plüton Güneş etrafında dönüyor: tamam. Küresel bir yapıya sahip: bu da tamam. Fakat 3.özellik yani yörüngesindeki enkazı temizleme: bu tamam değil. Plüton, yörüngesindeki dönüşünü 248 Dünya yılında tamamlar demiştik. Bu kadar uzun sürede dolaşılan yörüngeyi “temizlemek” haliyle imkansızdır. Ayrıca, Plüton’un çevresi “temiz” olmak bir yana Kuiper Kuşağı denilen, asteroit ve başka küçük cisimle dolu bir alana ev sahipliği yapar. Haliyle bu durum gezegen olma kriterlerinden üçüncüsüne tamamen terstir ve 2006 yılının ağustos ayında bu kritere uymadığı için gezegen statüsünden çıkartılmıştır.

Uluslararası Astronomi Birliği Plüton’u gezegenlikten çıkartınca, Plüton ve Plüton benzeri cisimler için “cüce gezegen” sınıfı kurdu. Bu sınıf genellikle gezegen olma kriterlerinden üçüncüsüne uymayan gök cisimlerinden oluşur. Aralarında bir zamanlar onuncu gezegen diye anılan Xena(Zeyna), daha önceleri asteroit olarak kabul edilen Ceres, Eris gibi cisimler bulunur. Bu arada bir başka ilginç nokta; Ceres ve Eris, Plüton’dan daha büyük bir kütleye sahiptir.

> Mars'ın Toprağı Neden Kırmızıdır? • (Sefa Mert)

Mars gezegenine kızıl gezegen de denir. Mars’ın kırmızı görünmesinin nedeni Mars kayalarında, toprağında ve atmosferdeki tozda bulunan "demir" in oksitlenmesidir. Yani bildiğimiz pas oluşmasından dolayı gezegen kırmızı görünür.

> Mars'ın Sıcaklığı Neden Sabah Ve Akşam Değişir? • (Sefa Mert)

Mars’ın atmosferi Dünya atmosferinin %100’de 1’i kadar bir kalınlığa sahiptir ve çok büyük oranda CO2 (karbondioksit) içerir.Gezegenler atmosfer ile ısınır.Yani gezegenlerin eşit bir sıcaklığa ulaşmasının sebebi atmosferinin olmasıdır.Böylece çabuk ısınmazlar ve çabuk soğumazlar.

Mars’ın ince atmosferinden dolayı Güneş’ten gelen ısı, gezegeni hızlıca terk eder. Bundan dolayı yani Mars'ta gündüz güneş direkt vurduğunda 24-25 derece kadar ısı hissedersiniz.Güneş batınca -65 derecede donarsınız.

> Uzayda Sadece Dünya Olsa Ne Olur? • (Sefa Mert)

Sevgili Mert,sorduğun soru bir düşünce deneyi gibi...Yani varsayalım ki Dünya dışında uzayda hiç bir şey yok...Ne olurdu? Bu düşünce, mantık olarak yanlış ve tersten okunmuş bir düşünce...Çünkü uzay, önce büyük bir patlama ile meydana geldi. Buna Big-Ben patlaması diyoruz. Daha sonra gaz ve toz bulutları bir araya gelip yıldızları oluşturdu.Yıldızlardaki patlamalar uzaya maddeler saçtılar.Saçılan bu maddeler bir araya geldikçe gezegenleri oluşturdular. Dünya da güneşten uzaya saçılan maddelerle oluştu. Şimdi soruna cevap verelim :

UZAYDAKİ MADDELER OLMASAYDI; GÜNEŞLER,GAZ VE TOZ BULUTLARI ,GALAKSİLER VE UZAYDAKİ DİĞER ŞEYLER OLMASAYDI KISACASI DÜNYA OLMAZDI.ONLAR VAR Kİ DÜNYA OLUŞMUŞ DİYE DÜŞÜNEBİLİRİZ.

> Uzay Neden Sonsuzdur? • (Sefa Mert)

Sevgili Sefa Mert,muhteşem bir soru bu...Fakat bilim kanıtlanabilir şeylerle uğraşır.Kanıtlanamaz durumlarla "felsefe" düşünme yoluyla uğraşabilir. 
Uzayın sonunun olup olmadığını bilmiyoruz.O yüzden sonsuz diyoruz.Üstelik bugünkü teknoloji ile sonunun olup olmayacağını kanıtlayamıyoruz.Bu konuda elimizde çok az bilgi var.Uzayı gözlemlediğimizde ne kadar ötesini görebilirsek,bilgimiz işte o kadar kalıyor...Sonsuzluk,kolay anlaşılabilecek bir konu değil.Biz henüz bilmediğimiz için sonsuz diyebiliyoruz.Neden sonsuz olduğunu ise bilmiyoruz.Belki de hiç öğrenemeyeceğiz.Çünkü biz insanların algısının bunu anlamaya yetmeyeceğini düşünüyorum.
SANA GÜZEL BİR ÖRNEK VEREYİM :  

• Bir insanın ortalama ömrü 70 yıl diyebiliriz.
• Evrendeki en hızlı hız,ışık hızıdır.Daha büyük bir hız yoktur.

 

ŞİMDİ BU İKİ BİLGİYİ BİRLEŞTİREREK UZAYIN SONSUZLUĞUNU ANLAMAYA ÇALIŞALIM :
Uzayda görebildiğimiz en uzak nesneye ulaşmak istediğimizi düşün.Işık hızında gitsek bile 13.6 milyar yılda giderdik.Uzayın sonsuzluğunu düşünemiyoruz bile...Ne kadar kısıtlı bir durumdayız değil mi ? O yüzden elimizdeki bilgiler ve teknolojimiz uzayın sonsuzluğunu anlamaya yetmiyor.Sonunu göremediğimiz için sonsuzdur diyoruz...

> Beynimiz Ne Kadar Ağırdır? • (Yasin,Fatih ve Emircan)

Beyin, kendisini koruyan kafatası boşluğu içerisinde yer alır. Biçimi, büyüklüğü ve ağırlığı; kafatasının biçimine, ayrıca canlının vücut büyüklüğüne ve gelişmiş olmasına bağlıdır. İnsan beyninin ağırlığı 1300-1800 gr arasında değişir.Bir yetişkin beyni kadınlarda ortalama 1240 gr, erkeklerde 1350 gr'dır. Yeni doğan bir bebeğin beyin ağırlığı ortalama 350 gram civarındadır. Bir yaşındaki bir çocuğun ortalama beyin ağırlığı 1000 gr civarındadır. 7 yaşındaki bir çocuğun ortalama beyin ağırlığı 1150 gr,  14 yaşındaki bir kişinin ise, ortalama beyin ağırlığı 1200 gr civarındadır.

> Neden mikroskobik canlılar çıplak gözle görülmez ? • (ZEYNEP)

→ Çevremizde yaşayan gözle göremediğimiz canlıları ancak mikroskop yardımıyla görürüz.Bu nedenle bu canlılara mikroskobik canlılar denir.Çünkü çok çok çok çok küçüktürler. Bu canlılar havada, karada (toprakta), suda ve diğer canlıların vücutlarında yaşarlar. Hem faydalı hemde zararlı olanları vardır.Mikroskobik canlılar, çıplak gözle görülemeyen ancak mikroskop ile görülebilen canlıların genel adıdır.Örneğin; virüsler,bakteriler,mantarlar mikroskobik canlılardır.Mesela yukarıdaki resimde 1000 kat büyütülmüş bakteriler gösterilmektedir.

> DÜNYA NEDEN YUVARLAKTIR ? • (ZEYNEP, FURKAN)

Sevgili çocuklar,sıkı durun...Dünya aslında tam olarak yuvarlak değildir. 

İçinde bulunduğumuz gezegen, yani Dünya’nın yuvarlak olduğu, yıllar önce Galileo tarafından deneyler sonucunda açıklamıştı. Ancak o yıllardaki insanlar, Dünya’nın tepsi şeklinde olduğunu ileri sürerek Galileo’yu yalan söylemek ile suçlamışlardır. Günümüzde teknolojinin ilerlemesi ile birlikte aslında uzaya yollanan uzay araçlarından alınan bilgilere bakılarak Dünya’nın tam olarak yuvarlak olmadığını söyleyebiliriz. Dünyanın tam şekli geometri dilinde “Geoit” olarak adlandırılır. Yukarıdaki resimde kırmızı çizginin olduğu yere ekvator deriz. İşte "geoit" şekil olarak yuvarlağın  kutuplardan basık ekvatordan şişik halidir. Dünya’nın bu şekilde olmasının sebebi, kütleçekimi dediğimiz yerçekiminin dünyayı içine doğru çekmesidir.Dünya varlığından dolayı uzayı büker,bu bükülmeden dolayı her yönden dünya içe doğru çekilir.Aynı zamanda dünya döner ve bu dönüş dünyayı yuvarlak bir hale getirir.Aslında içine doğru çekilmesinin sebebi,kütleçekimidir.

> Toprak Nasıl Oluşur? Olmazsa Neler Olur? • (ZEYNEP)

Toprağın oluşumuna etki eden bir çok etken vardır. Başta kayaların su, rüzgar, iklim ve bitki köklerinin etkisi sonucunda parçalanarak dağılması sonucunda toprak elde edilir. Bunların gerçekleşmesi için binlerce yıl süre gerekmektedir.

Akarsular taşları sürükleyerek birbirlerine çarpıp parçalanmasına sebep olur.Bu durum toprağın oluşmasına sebep olur.Yada rüzgarın  esmesi sonucunda kayalar kopar, birbirlerine sürtünerek aşınır. Bunun sonucunda küçük parçacıklar haline gelirler.Bu da toprağın oluşumuna sebep olur.Veya güneş etkisiyle gündüzleyin kayaları ısınır, geceleri soğur ve büzüşürler. Bu sebepten dolayı çatlayan kayalar ufalır küçülürler.

Bir de kayalar üzerinde bitki köklerinin büyümesi sonucunda kökleri ile kayaları parçalamaktadır.Bu da Toprağın oluşumunu sağlar.Ama toprak, sadece parçalanmış kaya demek değildir.Toprak oluşan parçaların arasına bitki ve hayvan kalıntılarının karışmasıyla oluşur. Toprak, içerisinde çeşitli mineraller, canlı organizmalar, organik maddeler, hava ve su bulunduran bir örtüdür.
PEKİ TOPRAK OLMAZSA NE OLUR?

Bu sorunun cevabını,toprağın önemini öğrenerek verebiliriz :

- Toprak, yaşamdan gelir. Toprakta yaşayan bakteri ve mantar gibi canlılar, ölü organizmaları besin ve toprak organik maddesi olan humusa dönüştürürler. Besin ve humus, toprağın en önemli bileşenlerindendir.

 

- Toprak canlıdır. Milyonlarca organizmayı içinde barındırır.

 

- Toprak nefes alır. İçinde barındırdığı organizmaların çoğu, tıpkı insanlar gibi oksijen soluyup, karbondioksit verirler; yani nefes alırlar.

 

- Toprak, doğar ve yaşlanır; bir geçmişi vardır. Dünyamız pek çok farklı toprak çeşidiyle kaplıdır. Çünkü topraklar sabit kalmaz, sürekli bir değişime uğrarlar. Her birinin farklı bir öyküsü bulunur.Kendine özgü renkleri ve katmanlarıyla, zaman içinde nasıl değiştiklerinin ipuçlarını verirler bize.

 

- Toprak yaşamın kaynağıdır. Bitkiler toprakta ve toprakla büyür, sonra da doğrudan ya da dolaylı olarak dünya üzerindeki tüm canlılar için besin sağlarlar. Yani, toprak olmasaydı yaşam bildiğimiz gibi olmazdı.

- Toprak, su ve hava gibi, tüm canlıların ortaklaşa kullandıkları bir hazinedir aslında. Dünya üzerinde yaşamın sürekliliği bu hazinenin varlığına bağlıdır.

 

- Ülkemiz neredeyse dünyadaki tüm toprak çeşitlerini barındırıyor. Bolca organik madde içeren orman topraklarından tutun da yalnızca otsu bitkilerle çalıların yetiştiği bozkır topraklarına kadar çok çeşitli topraklarımız var. Ancak topraklarımız erozyon ve çölleşme, asitleşme, canlı çeşitliliğinin azalması, toprak verimliliğinin tükenmesi gibi çeşitli değer azaltıcı etkenlerle tükeniyor.

 

- Kayalardan toprak oluşumu, oldukça uzun bir süreçtir. 1 cm kalınlığında bir toprak tabakasının oluşması için en az 300 ile 1000 yıl arasında bir süre gerekir. Önce taş ve çakıllar, ardından da toprak oluşur.

 

- Toprak, iklim, toprak organizmaları ve bulunduğu arazinin etkisiyle değişerek gelişir. Bu süreçte su, mineralleri ve elementleri bir katmandan diğerine taşınır; toprağın içinde yaşayan canlı organizmalar topraktaki besinleri tüketip toprağa organik madde ekler; ve toprakta yeni mineraller oluşur. İşte, tüm bu etkinlikler toprağı şekillendirir.

 

- Toprakta, bitkiler, solucanlar, böcekler, akarlar, küçük memeliler ve mikroorganizmalar bulunur. Toprak, canlılığını ancak içinde yaşayan ve onu zenginleştiren bu canlılar sayesinde sürdürür.

 

- Bir tatlı kaşığı toprakta dünya üzerindeki insan sayısından daha fazla çeşitte mikroorganizma bulunduğunu biliyor muydunuz? Topraktaki ayrıştırıcı mikroorganizmalar verimli toprakların başrol oyuncusudur.

 

- Tarih boyunca çoğu medeniyet, topraklarının verimine bağlı olarak yükselmiş ya da çökmüştür.

- Yanlış sulama teknikleri, tuzlu yeraltı suyunun yükselmesine, böylece tuzun toprağın üst tabakalarına taşınmasına yol açar. Tuzlanmayı engellemenin en iyi yolu suyu, buharlaşmasına izin vermeden, hemen hemen tümünün toprağa girmesini sağlayacak bir hızda su borularından toprağa damlatmaktır.

 

- Toprakların, oluşurken sahip oldukları özellikleri, onları nasıl kullanabileceğimiz konusunda bize ipucu verir. Bu ipuçlarını doğru okuyup, toprakları uygun şekilde kullanmak gerekir. Yanlış toprak kullanımı ve hatalı uygulamalar, erozyonun beklenilenden fazla zararlar vermesine neden olur.

 

- Ormanlar, toprak oluşumunda önemli rol oynarlar. Ağaçların derinlere kadar giden kökleri, kayalara basınç yaparak ve salgılar üreterek toprak ana materyalinin parçalanma ve ayrışmasında etkili olur.

 

- Toprağın üstündeki birkaç santimlik kısım ekinlerin ve çayırların büyümesi için önemlidir. Çünkü burası toprağın en verimli yeridir ve bu kısım kaybedilirse toprak verimsizleşir. Ağaçlandırma, tarım alanlarında rüzgar ve su akışını kontrol ederek toprağın en üstündeki bu verimli kısmı korumaya yarar.

> Ay Neden Güneş Işığından Işık Alır ? • (ÜMMÜGÜLSÜM)

Karanlık bir gecede gökyüzüne baktığımızda, şüphesiz en parlak gök cismi olarak Ay'ı görürüz. Bu kadar parlak ışık yaymasına rağmen, Ay'ın ışığı kendinden değildir. Yani yaydığı, daha doğrusu yansıttığı ışık Ay'dan kaynaklanmaz.

Kısaca söylemek gerekirse, Ay ışığı, Güneş ışığının Ay tarafından yansıtılmasıdır. Ay'ın karanlık tarafı, güneş ışığının ulaşamadığı bölgelere düşen ışık da yansır, fakat uzayın derinliklerinde kaybolur.

Ay her ne kadar parlak ve gümüşümsü renkte olsa da, Güneş'in ışıklarının çok azını Dünya'ya yansıtır. Bunun nedeni ise, Ay yüzeyinin gri renkte ve kayalardan oluşması, bu yüzeyin ise ışığı yansıtmada yetersiz kalmasıdır. İşte Ay yüzeyinin bu kendine has rengi, Ay ışığının da gümüşi bir renkte olmasının açıklamasıdır.

> Satürn’ün Etrafında Neden Halkalar Var? • (NURSENA VE SEVDA)


Satürn, etrafındaki halkalar nedeniyle belki de Güneş Sistemi’nin en ilgi çekici gezegeni. Aslında Jüpiter, Neptün ve Uranüs’ün de halkaları var ancak bu halkalar Satürn’ün halkaları kadar belirgin değil. Satürn’ün etrafında çok sayıda halka var ve bu halkalar arasında boşluklar bulunuyor. Farklı uzay araçları tarafından çekilen detaylı görüntülerden Satürn’ün binlerce küçük halkadan oluşan yedi ana halkası olduğu anlaşıldı. Binlerce kilometre genişliğinde olan bu halkaların kalınlığı birkaç metre ile birkaç kilometre arasında değişiyor.

Satürn’ün ilk olarak yaklaşık 400 yıl önce Galileo tarafından gözlemlenen halkaları buz ve kayaç parçacıklarından oluşuyor. Bu parçacıkların bir kısmı kum tanesi büyüklüğündeyken, bazıları bir otobüs büyüklüğünde. Ancak Satürn’ün halkalarının ne zaman ve nasıl oluştuğu kesin olarak bilinmiyor. Bilim insanları halkaların oluşumunun Satürn’ün uydularıyla ilişkili olabileceğini düşünüyor.

Satürn’ün bilinen en az 60 uydusu var. Yakın bir uydusunun, bir asteroidin ya da bir kuyruklu yıldızın Satürn’ün güçlü kütleçekim etkisiyle parçalanarak halkaları oluşturmuş olabileceği tahmin ediliyor. Bazı bilim insanları ise halkaların Satürn’ün içinde oluştuğu toz ve gaz bulutundan artakalan maddelerden meydana geldiğini düşünüyor.

Araştırmalar Satürn’ün halkalarının %90-95 oranında buzdan oluştuğunu gösteriyor. Ancak halkaların oluşumuyla ilgili bu zamana kadar önerilen kuramlar halkaların bileşimindeki buz oranının bu kadar yüksek olmasını açıklayamıyor.

> MARS'TA NEDEN SU YOK ? • (TUANA)

  TUANA'YA MUHTEŞEM SORUSU İÇİN TEŞEKKÜR EDİYORUZ.  
Sevgili Tuana, yanlış bildiğin bir bilgiyi hemen düzeltelim.Mars'ta bol miktarda su bulunuyor.Bilim insanları şimdilik şu kadarını biliyor: İncelemeler gösteriyor ki Mars'ın yamaçlarında yaz mevsimlerinde oluşan gizemli çizgiler, gezegenin yüzeyinde akan sıvı su tarafından oluşturuluyor. Bu "tuzlu su" yaşamı bile destekliyor olabilir. 

Mars'ın çevresindeki yörünge aracı Reconnaissance'ın HiRISE kamerası tarafından çekilen yukarıdaki fotoğrafta görülen çizgiler, gürül gürül bir akıntı değil, bir sızıntıdan ibaret.Bilim insanları, Mars'taki Coprates Chasma'nın yamaçlarındaki koyu renkli çizgilere, akıp giden tuzlu suyun yol açtığını keşfetti.Fakat Mars'ın toprağının altında su buzunun olduğu da kanıtlandı.Yani aslında toprağının altında donmuş su var. Ve bu donmuş suyun büyük miktarlarda olduğunu biliyoruz.

> YANARDAĞLAR NEDEN PATLAR? • (TUANA)

  TUANA'YA SORUSU İÇİN TEŞEKKÜR EDİYORUZ.  
Yer kabuğu, dev bir ateş topunun üzerini sarar. Bu ateş topunu oluşturan erimiş kayalar ve madenler bazı zamanlarda yer kabuğunun içine doğru sızar.

Sızdığı bölgedeki kayalar erir ve orada bir Magma ocağı oluşur. Zaman içinde, büyüyen ve şişmeye başlayan bu mağma odacığı, günün birinde, yeryüzüne doğru ilk bulduğu yerden büyük bir basınçla çıkmaya başlar ve yanardağın ağzından Lav olarak fışkırır.

Lavlar, yerin içlerindeki su kaynaklarını ısıtır ve buharlaştırır. Bu da patlayan bir düdüklü tencere gibi, yanardağın patlamasına neden olur.

Yanardağların bacasından çıkan duman, aslında tam olarak duman değil, bu, su buharı ve ona karışan bir takım patlamaya yer arayan mağma gazları, yoğun miktarda kül ve volkanik camlardır.

> Gök Gürültüsü Nedir ? Neden Gök Gürler ? • (FATİH)

    SEVGİLİ FATİH, SORDUĞUN SORU İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.ARKADAŞLARINI EĞİTMİŞ OLDUN.   

 

Kış aylarında pek nadiren görülen Gök Gürültüsü, genellikle yaz aylarında havanın etkisinden meydana gelmektedir. Yaz aylarında havanın ılık ve nemli olmasından dolayı, yükselen havanın etkisiyle gök gürültüsü oluşmaktadır. Kış aylarında görülmemesinin nedeni ise, havanın alçak ve yüksek kısımlarının arasındaki sıcaklık farkı az olduğu için yıldırım, şimşek ve gök gürültüsü gibi doğa olaylarına pek rastlanılmamaktadır.

Gök Gürültüsü Nasıl Oluşur ?

Şimşek yani diğer adıyla yıldırım bulunduğu ortamdaki havayı çok kısa bir süre zarfında yani saniyenin milyonda biri kadar bir sürede yaklaşık 30,000 dereceye kadar ısıtma yeteneğine sahiptirler. Yıldırımın ısıtmış olduğu bu hava aniden genleşip, genişlemeye başlar. Bunun sonucunda normal bir atmosfer basıncının 100 katı kadar bir basınçla, ses hızından bile hızlı olan bir ses dalgaları yaymaya başlar. Bunun sonucunda ani bir patlama sesi duyulur. İşte bu sayede gök gürültüsü oluşur.

Şimşek ve yıldırım tek bir doğa olayı gibi gözükse de aslında seri bir olayın birleşiminden oluşmaktadır. Yıldırımın düşmesinden sonra yukarı doğru olan dönüş sırasında, elektrik akımı daha şiddetli olduğundan dolayı duyduğumuz ikinci ses birinci sesden daha güçlü olur.

Gök Gürültüsünün Mesafesini Hesaplama

Yıldırım veya şimşeğin görülmesinin ardından oluşan gk gürültüsünün duyulması arasında geçen süre saniye cinsinden hesaplanmaktadır. Saymş olduğunuz saniye oranı üçe bölünürse uzaklık kilometre cinsinden hesaplanabilmektedir. Bunun nedeni gök gürültüsü bize ses hızı ile ulaşırken, yıldırım veya şimşek ise ışık hızı ile bize ulaşmaktadır.

Normal şartlarda gök gürlemesini yirmi dört kilometreden daha uzun mesafelerden duymamız imkansızdır.

> Neden hayvanlar ( kedi köpek tavşan vs. ) bizim dilimizi konuşmazlar ya da neden her ülkenin konuştukları dil farklıdır?• (YAĞMUR)

SEVGİLİ YAĞMUR...BU GÜZEL SORULAR İÇİN SENİ KUTLUYORUM...PEK ÇOK ARKADAŞININ MERAKINI GİDERMİŞ OLDUN...YENİ SORULARINI BEKLERİM...

Öncelikle iki farklı soru sormuşsun...Birincisi hayvanlarla , ikincisi insanlarla ilgili...Bunları teker teker cevaplandıralım.

1- Hayvanlar bizim dilimizi konuşamazlar.Bunun bir değil ,pek çok sebebi vardır.Şimdi şöyle bir düşünelim : İnsanlar konuşmayı nasıl öğrenirler? Doğduklarından itibaren çevrelerinden duydukları sesler beyinlerinde yer eder.Yani öğrenirler...Bir bebek düşün.Annesinden sürekli "canım" kelimesini duyacaktır,bunun iyi bir şey olduğunu düşünecektir,taklit etmeye başlayacaktır.1,5 yaşından itibaren beyni daha da gelişecek ve öğrenmesi artacaktır.Artık her duyduğunu öğrenebilecek kadar gelişecektir.Hayvanlar da bunları aynı şekilde yapar.Yani bir köpek yavrusu annesinden duyduğu seslere göre tepki verir ve bazı sesler çıkarır.Bunu gittikçe öğrenir ve bu tepkiler onun dili olur. Aynı zamanda beyinlerinin farklılığı da dil öğrenmede etkilidir.Yani yavru bir köpek doğduğu andan itibaren bir insanla yaşasa bile insanın dilini öğrenemez.Bu farklı beyinli ve farklı birer canlı olmamızdan kaynaklanır...Kısaca böyle anlatabiliriz...

2-Gelelim ikinci soruna:İnsanlar neden farklı dillere sahiptir? Bugün dünyada konuşulan 8000'e yakın dil olduğu düşünülmektedir?Belki de ölen dillerle birlikte daha da fazladır?Bu sorunun cevabını tam olarak bilemeyiz ama fikir yürütebiliriz...En mantıklı düşünce şudur: İlk insan topluluklarının nüfusları azdır ve bu topluluklar farklı gruplara ayrılıp üreyerek farklı çevrelerde yaşamışlardır.Yaşadıkları çevrelere göre,bu çevrelerdeki araçlarına göre,kendi ürettikleri nesnelere göre,ihtiyaçlarına göre,yedikleri içtiklerine göre sesler geliştirmiş ve bu sesleri birleştirerek kelimeler üreterek diller oluşturmuşlardır.Her topluluk bunu farklı biçimde yapınca farklı diller ortaya çıkmıştır.Örnek verelim istersen :Ormanda yaşayan bir topluluk bir meyve keşfedince ona bir isim verecektir.Bu ismi bazı sesleri birleştirerek yapacaktır.Çölde yaşayan bir topluluk da keşfettikleri bitkilere farklı seslerle karşılık bulup kelime üretecektir.İşte böyle böyle her yaşadığına,keşfettiğine ,düşündüğüne insan toplulukları ayrı tanımlamalar ve sesler geliştirince farklı diller ortaya çıkacaktır...

> Marsta yaşam olacak mı? Neden?

SEVGİLİ ALİ, MUHTEŞEM BİR SORU..! 
SENİ TEBRİK EDERİM VE DEVAMINI BEKLERİM.

Bilim adamlarının Mars'ta yaşamak için bugün planları var.Üstelik bu planlar oldukça gerçekçi...Daha iyi anlaman için uzun uzun ve anlaşılır bir şekilde sana biraz bunlardan bahsedeyim... Mars, milyarlarca yıldır kızıl ötesi radyasyona maruz kalan ve soğuktan adeta kavrulmuş bir gezegen. Mars'ın ortalama sıcaklığı -75C0 derece. Tüm bunlara rağmen NASA'da çalışan bilim adamı Chris McKay, insanların gelecekte Mars'ta mavi gökyüzü, okyanus, nehirler ve palmiye ağaçlarıyla birlikte yaşayabileceğine inanıyor...BU NASIL OLACAK? 2030 yılından itibaren insanlar Mars'a insanlı uçuşlar gerçekleştirecek...İlk giden insanlar orada küçük yaşam alanları kuracaklar...Bunun için NASA(Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi) bir yarışma düzenledi bile...Buzdan evler yapmayı planlıyorlar...Ve bu evleri 3D yazıcılarla kurmayı planlıyorlar...Mars'ta yaşamak için pek çok sorun bizi bekliyor olacak...Mesela oksijeni nasıl bulacağız? Bu problem bilim insanları tarafından  çözüldü...Nasıl mı? Marsın atmosferinde %70 oranlarında karbondioksit bulunuyor...Karbondioksit gazı aslında içinde oksijen barındıran bir gaz...Karbondioksitin içindeki oksijeni ayrıştıran makineler yapıldı ve ilk giden insanlar için yeterli miktarda oksijen üretilebilecek...Yiyeceğimiz de büyük sıkıntı yaratıyor...Bir süre Dünya'dan Mars'a yiyecek göndereceğiz...Bunu yapabiliriz...Bir diğer sorunumuz ise su...Korkmaya gerek yok...Mars'ta donmuş halde toprağın altında ve mağaralarda bolca su bulunuyor...Ayrıca havasındaki nemi emip suya dönüştüren makineler icat edildi...Bilim insanları bunları yeni keşfettiler...Yani sözün kısası,Marsın yaklaşık 200 yıl içinde atmosferinin değiştirilip Dünya benzeri bir gezegene dönüştürülmesi mümkün...
PEKİ BUNU NEDEN YAPACAĞIZ ? BU OLDUKÇA GÜZEL BİR SORU...
Çünkü artık buna ihtiyacımız var...Yaşadığımız çevre ve hayatımız güzel olabilir...Fakat Dünya'nın bu hali seni kandırmasın...Bilim adamlarının tahminleri ve araştırmalarına göre insanoğlunun geleceği böyle giderse çok da aydınlık değil...Sera etkisi nedeniyle (Dünyanın aşırı ısınması)kutuplardaki buzlar eriyor...Bu dünyanın iklimini,hava olaylarını,denizlerin su seviyelerini,canlıların toplu ölmesini,oksijen üretiminin ve ozon tabakasındaki deliğinin büyümesini tetikliyor...Bizi şimdi değil ama 50 ile 100 sene içinde susuzluk,aşırı soğuklar,oksijen yetersizlikleri,akciğer ve karaciğer kanserleri,cilt kanserleri ve su için yapılan savaşlar,insanoğlunun kendi kendini yok etmesi bekliyor...Üstelik dünya nüfusunun hızlı bir şekilde artması ,dünya kaynaklarının yetmemesi,üretimin yetmemesi ve açlık bekliyor...Bu da savaşlar doğuracaktır...İnsanoğlunun dünyayı düzeltmesi için en 100 sene doğaya hiçbir zarar vermemesi gerekiyor ki bu da imkansız gibi gözüküyor...Tüm bunları düşününce MARS bizim için ikinci yeni evimiz ve gelecekteki yuvamız olabilir diyorum.Ayrıca kim ikinci bir gezegeni olmasından heyecan duymaz ki... 

> Su Nasıl Oluşur ?

ÇOK HARİKA BİR SORU SORMUŞSUNUZ DEĞERLİ GENÇLER.SİZİ TEBRİK EDERİM...Evrendeki her şey atomlardan oluşur .Atomlar çok küçüktür.Örneğin,bir toplu iğne ucunda milyarlarca atom bulunur.Artık siz düşünün ne kadar küçük olduğunu...İşte "su" dediğimiz madde de, iki tane hidrojen atomunun ve bir tane oksijen atomunun  bir araya gelmesiyle oluşur.Atomlar birleşince atomdan daha büyük bir yapı meydana gelir.Biz buna molekül deriz.İki hidrojen,bir oksijen atomu birleşince su molekülü meydana gelir,su molekülleri birleşince de akışkan olarak algıladığımız su meydana gelir.

> Soru sormak neden önemlidir?

Çünkü doğruya sadece sorarak,merak ederek ve sorgulayarak ulaşabiliriz.Dünyada bizi yanlış bilgiyle yönlendiren bir çok insan olacaktır.Sorgulamadan ve doğru olanı merak etmeden hayatımızı olumsuzluklarla doldurmuş oluruz.Bir örnek vereyim : Bir rehber öğretmene giden öğrenci,öğretmene bir soru sorar :"Öğretmenim ileride hangi meslekleri başarabilirim?"Öğretmeni, ona şunu şunu yapabilirsin der.İşte doktor olabilirsin,mühendis olabilirsin,öğretmen olabilirsin gibi cevaplar verir.Öğrenci bu cevapları düşünüp sorgulamazsa ,bu söylenenlerle ilgili merak etmezse,öğretmenin söyledikleri bir yalandan başka bir şey olmayacaktır.Çünkü belki de o öğrenci bir ressam olacaktır.SADECE MERAK EDEREK VE SORU SORARAK DOĞRUYA ULAŞIRIZ.

Please reload

Sizin Sorularınız

Bütün sorularınızı vaktim oldukça cevaplamaya çalışıyorum sevgili çocuklar.Bazı aynı sorulara ortak cevaplar veriyorum.

Hepinizin sorularını kaydettim. Sırasıyla burada yayınlıyorum.Bütün sorularınız için teşekkür ederim.

bottom of page